5 Temmuz 2010 Pazartesi

The End!

Hemen hemen 2.5 sene oluyor Saraybosna'ya geleli. İşte bu macera yaklaşık 10 gün sonra sona erecek çünkü bize yol göründü. Çok büyük hayallerle yılların düşünü gerçekleştirmeye geldim aslında buralara. Yuva, yurt, ev olarak içinde ömür boyu kalabileceğim yer diye düşünmüştüm gelirken. Olmadı! Belki de büyük hayaller, daha doğrusu toz toz pembe hayallerle işe başlamak hatalı olan. İçinde siyahlıklar, olumsuzluklar olacağını bilerek başlanmalı belki her işe. Kimbilir?! Lakin ben yine de bu kadarını tahmin edebilir miydim bilmiyorum. Her ne kadar hayal kırıklıkları ile ayrılsam da burdan biliyorum denemeliydim. Yoksa bir ömür aklımda kalacaktı. Yine de işte belki hayal olarak kalsa içimde daha güzel olacaktı. Erişilmez, tertemiz... Yine de toptan kesip atamam burayı ve buraya dair yaşananları. Bir çok güzellik de eşlik etti bunca sene bana, bize. Mesela eşimle ilk evimiz burda idi. Hep hatırlanacak bir hatıra. Güzel insanlar tanıdım sonra. Ve de eminim ki nereye gidersem gideyim hep buralardan bir şeyi hatırlayacağım olur olmaz zamanlarda. Temmuz başı sokaklara inen ıhlamur kokusunu mesela. Ya da Başçarşı-Ferhadiye arası yürüyüşlerini.. Saraybosna ile aramızdaki yeni ilişki 'özlem' olacak. Belki de daha iyi olacak.
...
Bunca zaman buradan fikirlerimi, haberleri bu blogdan takip edip zaman zaman da yorum yapan herkese teşekkürler. Sanırım bu, son yazı olacak buradan okuyacağınız. Hoşçakalın!

6 Haziran 2010 Pazar

Our Marriage is Two Years Old!

Today is the second year anniversary of our marriage. Maybe it is cliche to say it but the time goes so fast! Thanks to you my husband that you came into my life and you are together with me. Hoping for more beauties together with you...
...

Evliliğimizin 2. yıl dönümü bugün. Belki klişe olacak ama nasıl da hızlı geçiyor vakit! İyi ki hayatıma çıkıp geldin güzel insan, iyi ki varsın! Nice güzelliklere inşallah...
...
İki yıl öncesinin hatırasına binaen kendi hazırladığımız e-davetiyeyi ekledim aşağıya. Hoş, değil mi? :)

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bu Böyle Gitmez!

Sizlere bugün başıma gelen ama yalnızca benim başıma gelmeyen yaygın bir Saraybona (ve belki de Bosna) probleminden bahsedeceğim. Şehir boyunca uzanan tramvay hattı, buranın sakinlerince ve bendenizce en çok kullanılan ulaşım hattıdır. Her yerde olduğu gibi biletle binilir. Kanaatim odur ki uzunca yıllar Bosna sakinleri biletle binme alışkanlığından uzaklaşmışlar ve gişeler dahi olmadığından fark edilmemişlerdir. İşte şimdilerde bu handikapı önlemek için hemen her durak başı 3-5 kişi ile tramvaya girip sizi didik didik eden tramvay görevlileri ortaya çıkmıştır. Düşünce olarak güzel olan bu fikir uygulama yüksek derecede sömürülere yol açmaktadır. Bugün itibariyle evim civarından bir arkadaş ile Başçarşı'ya doğru tramvaya bindik. Biletlerimizi makineye okutup sakince oturduk. Sonra ara bir durakta inip alış-veriş mahallinde dolaştıktan sonra yeni biletler alıp tekrar tramvaya bindik. Biner binmez de biletlerimizi okutmaya çalıştık. Arkadaşın denediği arka mahaldeki makine çalışmayınca o ilerledi öne doğru. Baktım aynı anda kontrol edenler girdi ve arkadaşla konuşmaya başladılar. Saflık bu ya yardım ediyorlar diye düşündüm. İş uzayınca ben de ilerledim onlara doğru. Ne konuştuğunu zorlukla anlayabildiğimiz adamlar ve de bir kadın görevli şunu demeye getiriyorlar; siz aslında bu duraktan binmediniz, çok önceden beri oturuyorsunuz çünkü biz sizi gözetliyorduk, bizi görünce bilet basmaya geldiniz vs. vs. Benim sinirler gerilmeye başladı. Dedim ki biz az önce bindik, şimdi de bileti okutmaya çalışıyoruz ama siz bunu önlüyorsunuz, bir de yalan söyleyip etrafımızı sarıyorsunuz onca kişinin önünde. İstiyorsanız gidin o bindiğimiz duraktan önce girdiğimiz dükkandakilere sorun orada olduğumuzu (isbatla anlayacaklarını düşünüyorum ya yine). Kimliklerimizi alıp apar topar indirdiler bizi sonra. İngilizce konuşan tek kişi bizimle konuşmayı reddetti. Söylediklerimizi de pek kale almadılar zaten. Polisi çağırırız, konsolosluğu ararız falan dediler (sanki adam öldürdük!). Bir tanesi birden 'haram' yapıyorsunuz demeye getirince bende şalterler attı. Benim ellerim biletle dolu, şu senedir bir durak bile biletsiz gitmemişim ve böyle bir ithamla yargılanıyorum ya içim cız etti. Baktım adamlar para istiyor, vermezsek çirkefleşecekler; cebimdeki son 24 km (yaklaşık 24 tl) yi 'haram olsun' deyip çekip verdim. Ama tüm günüm zehir oldu. İmdiii, sayın okuyucu, sana şu sonuçları çıkaracağım:
  • Saraybosna polis ve teftiş şahısları nereden para koparacaklarını bilemeyip son zamanlarda şehrin muhtelif yerlerinde kırmızı ışıktan karşıya geçen yahut biletsiz tramvaya binen (ve de özellikle yabancı olan) kişileri sömürmektedir. (Gerçi bizim durumumuzda biletli olmak da yetmedi ya!)
  • Bu tarz olaylar olduğunda kuzu bir millet olan Bosna halkı gerçeği bilse bile hep sessiz oturup seyretmektedir. (Bu özelliklerini sevmiyorum. Seni kesseler, kimse müdahele etmez!)
  • İşin kötüsü şudur ki bu tarz olaylar karşısında şikayet edilecek daha üst bir makam yoktur zira tramvay görevlisi 26 isterse polis 50 ister!

14 Nisan 2010 Çarşamba

Özetimsi

Öncelikle, düşünüyorum da sanatçılar, sporcular güruhu 25. ya da 50. sanat, spor yıllarını kutluyor ya ben de yakında gelecek olan 20. eğitim/öğrenim yılımın kutlanmasını istiyorum! Sonra nisanın ortası olmasına rağmen hala gelmeyen baharı , açmayan çiçekleri düşünüyorum. Pencereden hep yağmura bakıyorum, hep gri bir gökyüzü görüyorum. Kış bitmiştir diye kuru temizliğe verdiğim paltoma sarınıp gidiyorum hala okula. Ve de tabi ki aklım ucu bucağı gelmez resmi işlem karmaşalıklarına takılıyor. Geçen cumartesi bir minibüs dolusu insanla yine Metkoviç sınırlarına dayanışımızı hatırlıyorum. Bilmem kaçıncı kez gördüğüm yollarda vakit çabuk geçsin diye yahut yanımdakiler benimle pek konuşmasın diye ya da sadece okuma niyeti ile yanıma aldığım kitabımdan bir satır okuyup geri dönüş yolunda bizimle seyahat eden bagajdaki yarım kuzuyu koklayışımı hatırlıyorum. Bir de tabi akademik kariyerim geliyor gözlerimin önüne. Aynı anda yazmaya çalıştığım 2 konferans kağıdı ve tezimin ikinci bölümüne bakıp bakıp insanlık için hayırlara mı vesile oluyorsun yoksa tozlu raflara bir adet eser daha mı kazandırıyorsun diye soruyorum kendi kendime. Eşim beni teselli etmek için "bölümünden kaynaklanıyor belki de bu somut sonuç eksikliği" diyor. Möhendis adam işte, karnı tok sırtı pek diye düşünüyorum. Sahi nerden birden geldik biz bu ekonomiye? Emre Aydın'ı dinliyorum sonra televizyonda. Şöyle doğru düzgün iki kelam eden şarkıcımız var Allah'a şükür deyip ne diyor diye kulak kesiliyorum. Kağıt Evler koymuş yeni albümünün adını. Neden mi dendiğinde şöyle açıklıyor; unutmak çok emek isteyen bir süreç çünkü tam unuttum dediğin anlarda hiç yoktan bir şey seni gerisin geri döndürebiliyor. Kağıt ev yapmak da öyle. Zahmet verip yapmaya uğraştığın şey bir ufacık hatada yok olup gidiveriyor. Eyvallah! Elimde bir kitapla sofada oturuyorum bütün bu düşüncelerden uzak. Salinger okuyorum. Düşünüyorum da paranoyak, şizofren insanlar hep insanların kötülüğünden korkup çekiniyorlar da, bana hep iyilik ediliyor insanlar tarafından sanısıyla hasta olan birileri yok mu bu dünyada?
...
vs. vs.

18 Mart 2010 Perşembe

New Semester, New Campus

Our vacation is over since almost three weeks now and we started our new semester in our new IUS campus. There are both positive and negative sides of the new campus and I think the most negative side for us is that the location of it is quite far from our apartment now. Below, you can see the old and new buildings.

8 Şubat 2010 Pazartesi

Vacation Time!!!

After a long, painful and tiresome semester, it is finally the time for having some rest. Despite the knowledge that it will be not so warm there, we are going to Sweden today. Around 20 days will be spent there far from students, courses, thesis... Yey!

2 Şubat 2010 Salı

Saraybosna'da Ölüm İlanları


Türkiye genelinde ölüm ilanları sala ile yapılır bildiğim kadarı ile. Saraybosna'da, ve belki de tüm Bosna'da, ise ilginç bir gelenek bu konuda. Ölen kişiye ait bilgileri içeren bir belgeyi hem ölen kişinin bulunduğu apartmanın ya da evin dışına hem de işlek caddelerdeki direklere asıyorlar. Buraya kadar çok da garip değil belki ama işin ilginç yanı şu ki ilanın üzerindeki renk, kişinin dinine göre değişiyor. Yani mesela ölen kişi müslüman ise renk yeşil, katolik Hırvat ise mavi, ortodoks Sırp ise siyah renk oluyor. Boşnak tarihi aldığım hoca bu renk ve din ayrımları ile ilgili ilginç bir anektod aktarmıştı vakti zamanında: Tito'nun komunist Yugoslavyası çökünce gizli kapaklı ne kadar iş varsa belgelere döküp kitap yapılmış. Yani senin ailenden kimler gidip seni ispiyonladı vs. gibi bilgiler. Bunlar basılırken de müslümanlarınkini yeşil kapaklı, katoliklerinki mavi kapaklı, sırıplarınkini ise siyak kapalı basmışlar. Velhasıl-ı kelam din-renk ayrımı var baya hayatın içindeki yansımalarda. Yukarıdaki ölüm ilanı, bizim apartmanın kapısına asıldı bugün. Kötü ki bu kişi ile aynı yerde oturuyoruz demek ama kim olduğunu bile bilmiyorum. Belki de geçerkene selam verdik birbirimize. Ben bana sorulan 'kako si?' (nasılsın?) sorusuna yarım yamalak Boşnakçamla 'dobro, hvala' (iyiyim, teşekkürler!) dedim belki ama hatırlamıyorum maalesef. Ama yine de geçerken her gördüğümde Allah rahmet eylesin diyorum işte en azından.